BÜYÜK TAARRUZ(26 Ağustos 1922)
Yunan Tarafı
Sakarya Savaşı'ndan sonra Yunanlılar Eskişehir-Afyon çizgisinde kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular. Bu cepheleri gören bir İngiliz Kurmay Subayı "Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse bir günde susturduklarını iddia edebilirler." demişti. Bu cepheyi böylesine güçlendiren Yunanlılar diğer yandan, İtalyanların boşalttığı Söke ve Kuşadası'nı (21 ve 30 Nisan 1922) işgal ettiler. Bu davranışlarıyla Anadolu'da kalmaya kararlı olduklarını gösteriyorlardı. Ege yöresinin Rumlarını da silah altına alarak birlikler oluşturuyorlardı. Türkiye'ye gözdağı vermek, Yunan halkının moralini yükseltmek ve Türk savaş gemilerince esir alınan "Enosis" isimli gemilerinin intikamını almak için 7 Haziran 1922'de Samsun'u bombardıman ettiler. 5 Haziran'da Yunan Ordusu'nun başına Lloyd George'un "Bir çeSit deli" dediği Hacı Anesti'nin getirilmesi ile, Yunanlılar Trakya ve Anadolu'da sivil halka karşı baskı ve katliama giriştiler. Haziran sonunda başlatılan faaliyetler sonucu, 30 Temmuz'da İonya (İzmir ve kuzey bölgesi) Muhtariyetini ilan ettiler. Bu hareketleri Ankara ve İstanbul tarafından protesto edildi. 29 Temmuz'da da İngiltere'ye bir nota vererek, Türkleri barışa zorlamak için İstantanbul'u işgal etmek zorunda olduklarını bildirdiler ve hemen arkasından iki tümenlik bir kuvveti Anadolu'dan İstanbul'a taşımak için hazırlıklara başladılar. Bunun üzerine İstanbul'daki Türk Gizli Teşkilatı önemli yerlere top yerleştirirken, şehrin savunması için binlerce kişi hazırlandı. Diğer yandan Fransa enerjik bir tutum izledi. General Pelle'ye verilen emirle Yunanlılara engel olması, gerekirse kuvvet kullanması bildirildi. İngiliz General Harrington da Lloyrd George'un politikasına aykırı olarak Fransızlara yardım ederek Çatalca hattına asker gönderdi. İtalya da aynı enerjik tutuma girince Yunanlılar bu girişimlerden vazgeçtiler.
Yunanistan bu politikayı ve hazırlıklarını sürdürürken, ordusunun ve Yunan halkının morali çok kötü idi. Sakarya'daki ağır yenilgi ve kayıpların açıklanması, çok kötü etki yaptı. Yunan askeri Anadolu'da boşu boşuna savaştığını düşünmeye başladı. Ordu Kralcı ve Venizelosçu çatışması içinde eğitim ve disiplinini yitirmişti. Siyasi ve askeri çöküntü yanısıra ekonomik bunalım da üst düzeye çıkmış ve dış yardım kapıları kapanmıştı. Yabancı devlet adamları ve askeri gözlemcilerin, Yunanlıların Anadolu'yu terk etmeleri yolunda uyarılarına da aldırmıyorlardı. Büyük Yunanistan'ı gerçekleştirmek için ellerine geçirdikleri tarihi fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Ordularının yeterli kuvvette olduklan kanısındaydıiar.
Türk Tarafı
Sakarya Savaşı'ndan sonra, Yunan Ordusu'nun hazırlık yapmasına fırsat bırakmadan, taarruz yapılması istenmiş, fakat ordunun buna hazır olmaması yüzünden vazgeçilmişti. Daha sonra yağışların başlaması dolayısıyla taarruz ertelendi, fakat her an taarruz yapılacakmış gibi hazırlık yapıldı. 1921 Eylül ayında seferberlik ilan edilmiş olduğundan ordunun er ihtiyacı büyük ölçüde giderildi. Sakarya Savaşı'nda, yiyecek, giyecek, cephane yokluğu yüzünden artan firar olayları kalmadı. Ordunun ihtiyacı olan malzeme, silah, cephane çeşitli yollardan sağlanırken eğitim ve disiplin mükemmel düzeye getirildi. Ordu içinde emir-komuta zinciri sağlandı. Cephe gerisinde de güvenlik önlemleri alındı. Ordunun komuta heyeti, uzun savaş yıllarında yetişmiş, tecrübeli komutanlardan oluşuyordu. Yeni getirilen erlerle ordunun sayısı 200.000'e ulaştı. Yiyecek, giyecek, cephane yeterli düzeye getirildi. Birkaç meydan savaşı yapılması olasılığı düşünülerek, ona göre hazırlık yapıldı. Türk Ordusu vatan topraklarını kurtarmak için Başkomutan'ın taarruz emrini bekliyordu.
Tarafların Kuvvetleri
Taraflar Subay Er Tüfek Hafif Mk.Tüfek Ağır Mk.Tüfek Top323 Kılıç
Türk Ordusu 8.659 199.283 100.352 2.025 839 323 5.282
Yunan Ordusu 6.565 218.432 90.000 3.139 1.280 418 1.280
Türk Ordusu butün güçlüklere rağmen, malzeme ve silah bakımından Yunan Ordusu'na yakın duruma gelebildi. Başkomutan daha Ocak 1922'den itibaren taarruz planlarını hazırlamıştı, Sık sık cepheye giderek hazırlıkları yakından izledi.
Taarruz Kararı
M. Kemal Paşa 27 Temmuz 1922'de Alaşehir'e geldi. Taarruz planı üzerinde Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı ile son değişiklikleri yaptı ve planın aldığı son biçime göre 15 Ağustos'a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına ve 30 Temmuz tarihli görüşmede, 26 Ağustos tarihinde taarruz yapılmasına karar verildi.
Fakat M. Kemal Paşa, Türkiye sorununun barışçı yollardan çözülmesi için İtilaf Devletleri'ne son bir kez daha başvuruda bulunmayı uygun gördü. T.B.M.M. Hükümeti'ni temsilen İçişleri Bakanı Fethi(Okyar) Bey, tam yetkili olarak Temmuz ayında Avrupa'ya gönderildi. 23 Temmuz'da Poincare ile görüşen Fethi Bey, gazetecilere "Zaferi kazanabiliriz. Fakat kan dökmekten çekiniyoruz." dedi. İngiltere ise Fethi Bey'le bakan düzeyinde görüşmeyi red etti. Fethi Bey'in bütün barışçı girişimleri Türkiye'yi güçsüz zanneden ve bu girişimi de bu guçsüzlüğün sonucu olarak yorumlayan İngiltere tarafından geri çevrilince, Fethi Bey Hükümete 14 Ağustos'tan sonra yolladığı raporda "Ulusal amaçlarımızın sağlanması, ancak askeri faaliyetlerle kabil olabilecektir." diyerek barış girişimlerinin sonuçsuz kaıdığını bildirdi. Mustafa Kemal Paşa'nın, taarruz hazırlıklarını izlemek için 17/18 Ağustos gecesi Ankara'dan ayrılarak Konya'ya gitti. Ankara'dan ayrıldığını bilen yalnız bir kaç kişi vardı. Hatta 21 Ağustos ta Çankaya'da bir balo tertiplendiği de ilan edildi. Halbuki M. Kemal Paşa 20 Ağustos'ta Akşehir'de idi. Konya'da postahaneye el koydurtan M. Kemal, Paşa, Konya'da bulunduğunun duyurulmasını engelledi. 20 Ağustos'ta Başkomutan, Batı Cephesi Komutanı'na 26 Ağustos'ta taarraza geçilmesi emrini verdi. Aynı gece yapılan komutanlar toplantısında durumu butün komutanlara harita üzerinde açıklayan Başkomutan, taarruz emrini yineledi.
Türk Ordusu düşmana yakın kuvvete sahipti. Oysa taarruz yapılabilmesi için düşmandan iki-üç kat üstün olmak gerekiyordu. Bu sebeple taarruz yeri olarak seçilen Afyon'a, Eskişehir'den bazı kuvvetler gece yüruyüşü ile getirildi. Bu şekilde Afyon yöresindeki düşman kuvvetlerine karşı üstünlük sağlanırken, Eskişehir cephesindeki kuvvetler zayıflamıştı. Bu sebeple bazı ordu komutanları, taarruzu sakıncalı buldularsa da Başkomutan'ın emrini yerine getirdiler. Eskişehir yöresi, I. ve II. İnönü, Eskişehir-Kutahya ve Sakarya Savaşları yüzünden savaş alanı olmuş, kaynakları tükenmiş, halkı büyük sıkıntılar içinde idi. Oysa Afyon yöresi savaş alanı olmamıştı. Cephenin arkasında Konya Ovası'nın ürünü vardı. Düşman Afyon yönünden bir taarruz beklemiyordu. Başkomutan taarruz kararını Bakanlar Kurulu'na da bildirdi. Türk ordusu 25-26 Ağustos gecesi bütün hazırlıklarını yapıp, düşman cephesine iyice yaklaştı. Taarruz süresince, ordunun ihtiyacı olan cephane, malzemenin taşınması için yine halktan yardım istendi. Erkekleri cephede olan kadınlar, yüzlerce kağnı ile geldiler. Hatta bazı kağnılara öküz bulunamadığı için inek koşulmuştu.
Türk taarruz planının esası, düşmana, geride yeni bir cephe kurmasına olanak vermeyecek bir biçimde bir tek darbede yenmek ve düşman silahlı kuvvetlerini imha etmek idi. Binbir güçlük ile sağlanmış bulunan cephanenin uzun bir savaşa yetmesi mümkün değildi.
Türk topçusunun 26 Ağustos sabahı saat 04:30'da ateş açması ile taarruz başladı. Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı Kocatepe'den taarruzu izliyorlardı. 26 Ağustos günü düşmana ait önemli birkaç tepe ele geçirildi. 27 Ağustos'tan itibaren düşman geri çekilmeye başladı. Turk kuvvetleri üstünlüğü ele geçirdiler. Yunan ordusu çekilirken etrafı ateşe vermeye başladı. Bu iki gün içinde Yunanlıların 4-5 tumeni yenildi. Yunanlılar'ın Eskişehir cephesinde bulunan kuvvetli birliklerinin, savunma cephesi kurmalarına fırsat vermemek için süvari birlikleri, gerilere sarktılar ve Dumlupınar yolunu tıkadılar. Çember içine alınan Yunan Ordusu'nun 5 tümeni, bizzat Başkomutan taarafından yönetilen bir savaş sonunda, çok ağır şekilde yenilerek teslim oldu. Kurtulan Yunan kuvvetleri panik halinde İzmir'e doğru kaçmaya başladılar. 30 Ağustos'da Dumlupınar'da düşman kuvvetlerinin imhası ile sonuçlanan bu meydan savaşına ismet Paşa 31 Ağustos'ta, "Başkumandan Meydan Savaşı" adını verdi. M. Kemal bu savaşa "Rum Sındığı" adını vermişti.
Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen M. Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere, "Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bzie ait değildir." demiştir.
31 Ağustos'ta düşmanın ana kuvvetleri imha veya esir edilmişti. Eskişehir yöresindeki kuvvetleri de çekilmeye hazırlanıyordu. Fakat Kocaeli ve Trakya'dan getirecekleri kuvvetleriyle Eskişehir'den çekilen kuvvetlerini birleştirme olasılığı olan Yunan Ordusu İzmir'in doğusunda yeni bir savunma hattı kurabilirdi. Bu duruma fırsat verilmemesi için Başkomutan ordulara Yunan Ordusu'nun İzmir'e kadar aman verilmeden izlenmesini, nerede yakalanırsa orada taarruz edilmesini bildirerek, tarihi, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" emrini verdi. Başkamutanın isteği ile Fevzi Paşa Mareşallığa ve İsmet Paşa Ferikliğe terfi ettiler. Diğer komutanlar da bir üst rütbeye yükseltildiler. Türk Ordusu amansız bir takip harekatına başladı. Yunan Ordusu silahını, cephanesini ve malzemesini terk ederek kaçıyor, kaçarken her yeri yakıp yıkıyor, gerisinde buyük bir enkaz bırakıyordu. Ele geçen malzeme ve esir buyük sayılara ulaşıyordu. Binlerce ölü ve esir veren Yunan Ordusu'nun artık kendisini toplaması olanaksızdı. Askerler bir an önce İzmir'e ulaşıp oradan gemiye binmek ve canını kurtarmak yarışına girmişlerdi. Yunan Ordusu çekilirken büyük katliam yaptığı için, Türk Ordusu'nun intikam alacağı korkusuyla Yunan Ordusu ve yerli Rumlar İzmir'e doğru kaçıyordu.
31 Ağustos'ta başlayan takip harekatı, yanan Türk şehir ve kasabalarının arasından, öldürülen Türk kadın ve çocuklarının Türk askeri üzerinde yarattığı büyük ve yorgunluk tanımayan bir azimle 9 Eylül günü İzmir'e girmesi ile sonuçlandı. Yunan Ordusu Anadolu'da bu kadar büyük zulüm yapmış olmasına rağmen esir alınan Yunan Generalleri, Türk Başkomutanı tarafından ağırlanıp, teselli edildiler.
Afyon tarafında bozulan Yunan kuvvetleri İzmir'e doğru kaçarlarken, Eskişehir yöresindeki kuvvetleri ise, Türk Ordusu'nun Kocaeli yöresinden çeviren kuvvetlerine teslim oldu. Bir kısmı ise Bandırma yönünde çekildi. Batı Anadolu şehirleri bir biri ardına kurtarılmaya başlandı. Yunan Ordusu tarafından yakılmış olan bu şehirler sırayla Türk Ordusu'nu karşıladı. 4 Eylül'de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5 Eylül'de Bilecik, Bozöyük, Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6 Eylül'de Akhisar, Balıkesir, 7 Eylül'de Aydın, 8 Eylül'de Kemalpaşa ve Manisa'ya Türk Ordusu girdi. 9 Eylül'de de İzmir, 10 Eylül'de Bursa kurtarıldı.
Denize ulaşabilen Yunan askeri kendini bulabildiği araçla adalara atmaya çalışıyorlardı. Bandırma ve İzmir yöresi Yunan askerleri ve yerli rum kafilelerinden geçilmiyordu. Türkler geliyor korkusu, adalarda yaşayan Rumları bile korkutmuş, arada deniz bulunduğunu unutturmuştu. İzmir şehri büyük bir insan kalabalığının, kendilerini gemilere atıp, canını kurtarmak isteyen Yunan Askeri ve yerli Rumların oluşturduğu mahşeri bir görünümdeydi. Limanda bulunan İtilaf Devletleri (Özellikle İngiliz) gemilerine binmek isteyen bu kalabalık, gemilere alınmıyor, binmekte ısrar edip, kayıklarla gemilere yanaşanlar denize atılıyor, hatta kalabalığın hücumu karşısında, gemidekiler tarafından ateş açılarak vuruluyorlardı. Yunan Ordusu'nu İzmir'e çıkartan İngilizler, şimdi onları kaderine terk ediyordu. Yerli Rum kayıkçılar kendi soydaşlarından, çok aşırı ücret istiyorlardı.
M.Kemal Paşa 9 Eylül'de Belkahveye geldi, fakat İzmir'de çatışmalar sürdüğü için geceyi KemalPaşa'da (Nif) geçirdi ve 10 Eylül'de İzmir'e girdi. 10 Eylül'de bile yer yer çarpışmalar sürmekteydi 3.000 kişilik bir Yunan kuvveti esir alınmıştı. İzmir'e giren M. Kemal Paşa'nın kalması için Karşıyaka'da bir köşk hazırlandı. Kral Konslantin de bu köşkte kalmıştı. Evin kapısında kendisini karşılayanlar merdivenlere bir Yunan Bayrağı sermişlerdi. Yunan Kralı'nın Türk Bayrağı'nı çiğneyerek eve girdiğini belirtenlere M. Kemal: "Hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak, ulusunun şerefidir. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez. Kaldırınız..." yanıtını vererek Yunan Bayrağı'nı kaldırttı.
Buyük zafer ülkenin her yanında coşkuyla karşılanırken, dış Müslüman ülkelerden tebrik telgrafları gelmeye başladı. İlk tebrik edenlerin başında Sovyetler Birliği Elçisi Aralov vardı. Aralov "Batı Emperyalizmi"ne karşı savaşan Türkiye'yi kurtlarken, Müslüman ülkeler Haçlılara karşı elde edilen başarıyı kutluyorlardı. Fransa, İngiltere, İtalya, ve A.B.D.'nin İzmir'deki konsolosları ve amiralleri de 10 Eylül'de Ordu Komutanı'nı tebrik ettiler. Fakat endişe içinde oldukları açıkça ortadaydı. Çünkü bu savaşla yalnız Yunanlılar yenilmiş değil, İtilaf Devletleri'nin (Lloyd George, Wilson, Clemenceau, Orlando) kurdukları dünya duzeni de yıkılmış oluyordu. New York Times, Yunan yenilgisini insanlığın ve uygarlığın başına gelen en büyük felaket olarak nitelendirirken, İngiliz basını olayı dehşetle veriyor ve Fransız basını Türkiye'ye yeni bir savaşın açılıp açılmayacağını soruyordu. Gazete başlıklarında "Türk Zaferi", "Türkler İzmir'de" yazıları yer alırken 250.000 kişilik Türk Ordusu'nun Yunanlıları nasıl ezip geçtiği, Yunanlıların insan ve silah, cephane kayıpları uzerinde duruluyordu. "Le Temps Gazetesi" , on beş günde, bir yıldırım harbiyle iki Yunan Ordusu'nu yok edip, kalıntılarını denize döken Türklerin "Küçük Asya Sorunu"nu çözdüklerini, Kral Konstantin'in maceracı politikasının feci sonucunu gençekçi bir yorumla veriyordu.
Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesınden birkaç gün sonra 13 Eylül günü şehrin bazı yerlerinde yangın çıktı. Özellikle Ermeni evlerinden silah sesleri gelmesi ve arkasından buyük bir yangın çıkması, yangının "Ermeni ve Rum Örgütleri"nce çıkartıldığı ve İngiliz Konsolosu'ndan yardım gördükleri söylentilerinin yayılmasına yol açtı. Evleri yanan Avrupalı tüccarlar yangının Ermeniler tarafından çıkartıldığını ileri sürüyorlardı. Amerikalı, İngiliz, Fransız ve İtalyan Konsolosları 6 Eylül'de Yunan Harbiye Bakanı'ndan İzmir'in yakılmaması için garanti istemişlerse de, bu garanti verilmemişdi· Bütün Batı Anadolu'yu yakan Yunanlıların İzmir'i Türklerin yaktığını ileri sürmeleri çok ilginçtir. Şehrin yanmasından en çok zarar gören Türkler idi. Kurtardıkları "Güzel İzmir" yanıyordu. En çok üzülen M. Kemal Paşa oldu. Yangın üç gün sürdü ve şehrin üyük bir kısmı kül oldu. Şimdi Türkiye'nin eline harabe halinde bir şehir terk edilmişti. Tıpkı Batı Anadolu'nun diğer şehir, kasaba ve köyleri gibi.
Zafer'in Sonucu
Yunan Ordusu'nun on beş gün içinde imhası ile sonuçlanan "Büyük Zafer", Başkomutan'ın büyük riski göze alarak, güçlü bir sıklet merkezi yapmak, taarruzda baskını sağlamak, denk kuvvetle, ateş üstünlüğüne sahip düşmana karşı, savaşta kesin sonuç yerini seçme, doğru karar verme, iç ve dış politikayı iyi yönetmek, ulusu ve orduyu kaynaştırıp savaşa hazırlamaktaki üstün başarısıyla kazanıldı. Türk Ordusu 4-5 ayda parçalanamaz denen Yunan Cephesi'ni bir kaç günde parçaladı. 15 günde 500-600 km. yol aldı. 150.000 kişilik bir düşman ordusunu imha etti. Bu büyük başarı içte ulusal bütünlüğü ve güveni sağladı. Öldü zannedilen Türk Ulusu'nun azmi, bu düşünceyi yıktı. Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Atlaşması'nın imzalanmasını hazırlaması bakımından, büyük güç kaynağı oldu. Tam bağımsız Türk Devleti olan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Türk Devrimi'nin güç kayanağı yine bu zafer oldu. Sevr ile "Doğu Sorunu"nu diledikleri gibi çözebileceklerini zanneden İtilaf devletleri, Türkiye'nin gücünü ve Lozan'da Doğu Sorunu'nun kapandığını kabul ettiler. Atatürk'ün dediği gibi, zaferler amaçları ve sonuçları bakımından önem taşırlar. Tarihte büyük meydan savaşları çok olmuştur. Fakat bunların çoğu aynı ölçüde büyük sonuçlar getirmemiştir. Başkomutan Meydan savaşı yalnızca, düşman ordularını denize dökmek ve ülkeyi kurtarmakla kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu hazırlamıştır.